01 Mart 2021, 19:19 tarihinde eklendi

Manic

Manic
Arabanın içerisindeyim son hız gaza bastım ve gidiyorum. Müziği sonuna kadar açtım sırf lastik sesini daha çok duymayayım diye. Yol düz olduğu için bir kaç kez farları kapattım daha sonra açtım. Bu sadece bir provaydı intiharımın provası. İntihar prova edilir mi demeyin kendinizi aklınızda sürekli öldürüyorsanız tabii ki prova edilir. Arabanın farlarını son kez kapatıyorum.
 
“İyi misin oğlum sen?” 
 
Annemin sesini her duyduğumda kötü oluyorum. Kötü olmamın sebebinin aslında annemin sesi ile hiçbir alakası yok. Kötü olmamın tek sebebi, kötü olsam da ona kötü olduğumu anlatamamam. “İyiyim.” diyorum her seferinde. Bu yine de onun içine sinmiyor. O içten içe kötü olduğumu zaten biliyor. Yaklaşık onbeş yaşımdan beri hiç iyi olmadığımı, yaptığım her davranıştan, yüzümün ifadesinden, ses tonumdan anlıyor. Neden biliyor musunuz? Anneler anlar da ondan.
 
Saatte seksen kilometre hızla ilerliyorum. Kadrana her baktığımda bu hız biraz daha artmış oluyor. Seksen beş, doksan. Her saniye daha da yaklaşıyorum kendi hız rekoruma.
 
“Yeter artık yattığın. Kalkıp kendine bir iş bulsan daha doğru olmaz mı?”
 
Babamın sesi kulaklarımda çınlıyor. O annem gibi değil, her halimi anlayamıyor. Ona göre her insan normaldir ve delilik tamir edilebilir. Bilmediği şey ise hiç bir insan normal değildir ve delilik tamir edilemez. Sadece kabul edilebilir. Babam odamın kapısını her açtığında ve bunu söylediğinde ben sessiz kalıyorum. Aslında içimden geçen, söylemek istediğim binlerce şey var ama o kadar yorgunum ki sessiz kalmanın daha doğru olacağını hissediyorum; çünkü anlamayacak, hiç anlamadı. Otuzlu yaşlarında bir ergenim onun için ama o ergenliği neden atlatamadığımı hiç bir zaman anlamayacak belki de.
 
Kadranda saatte yüz kilometre hızı gördüğümde bir kez daha açıyorum farları. Etrafım bol ağaç olan bir yol; dönemeçli değil, oldukça uzun. Bir süre herhangi bir viraj gözükmüyor. Buna güvenip farları tekrar kapatıyorum. Müziğin sesini biraz daha açıyorum. Artık arabanın penceresi açıksa bile dışarının sesini hiç duymuyorum, sadece müzik. Beni sakinleştirebilen tek şey, müzik.
 
“Abi yalnız bu şarkı gerçekten çok iyi. Nasıl bir kafa ile yazdın sözleri.” 
 
En yakın arkadaşlarım ve müzik grubum beni böyle kabul etmiş. Onların gözünde depresif, içine kapanık bir adamım. Birçok insan içimde ne savaşlar verdiğimi ya hiç fark etmiyor ya da umursamıyor. Ben yine de iyi ki varlar diyorum. Bugüne gelene kadar yanımda iyi veya kötü bir şekilde oldular diyorum her seferinde kendi kendime. Sahne, sahneden bahsetmezsem olmaz. Sahneye çıktığımızda bütün bu olumsuzluklar kayboluyor. Ben sanki bambaşka bir adam oluveriyorum. İnsanlarla göz kontağı kurabildiğim tek yer o sahne. İnsanları izliyorum, özellikle kendi yazdığım şarkılarda. Dudaklarından kendi kelimelerimin döküldüğünü duydukça her seferinde mutlu oluyorum. Ta ki o sahnenin ışıkları kapanıncaya ve ben o sahneden inip yalnız kalabalığa tekrar karışıncaya dek. Benim gözümde aslında her insan yalnız. Sadece başka insanlara içlerinde taşıdıkları kalabalıkları satmak istedikleri için rol yapıyorlar. Yoksa evlerine, ailelerine döndüklerinde, kendi zindanları olan o odalarına girdiklerinde her insan yalnız aslında. Ben biriyle yalnız olmaktansa tek başıma yalnız kalmayı tercih ettiğim için şimdi buradayım. Bir keresinde aslında denemiştim biri ile yalnız olmayı.
 
Kadranda şu anda yüz yirmi kilometre yazıyor. Ben arabanın farlarını açıp kafamı pencereden dışarı çıkartıyorum. Rüzgar öyle bir vuruyor ki yüzüme yaklaşık bir saat önce, arabaya binerken vücudumda olan alkolü söküp çıkartıyor damarlarımdan. Ayılmamın bir anlamı yok. Ayılmak sadece bir an. “Ne yapıyorum lan ben?” dedirtiyor. Daha sonra yaptığın şeyin aslında yıllardır yapmayı istediğin şey olduğunu fark ediyorsun. Yani bütün her şey akılda gerçekleşiyor.
 
“Sevgilim neden benimle konuşmuyorsun?” 
 
O yanyana olduğumuzda yalnız olmayı becerebildiğim kadın bir süre sonra bana bu soruları sormaya başlamıştı. Ben ise verebilecek hiç bir cevap bulamıyordum. Yemek yiyor, bir şeyler izliyor ve bazen de sevişiyorduk. Ama ben hiç onun yanında uyuya kalamadım. Her seferinde ya tamamen uykusuz bir gece geçirdim ya da o uykuya daldıktan sonra çıkıp salonda yattım. Hatta bir keresinde salonda yatarken o kadar üşümüştüm ki deri ceketimi üzerime almış, onunla uyuyakalmıştım. Sabah kadının “Konuşmamız lazım!” cümlesi ile uyanmış ve o daha ilk cümlelerini sarf ederken ben kapıyı çekip çıkıp gitmiştim. Onun hiç bilemediği şey benim onunla konuşmaya değil susmaya ihtiyacım olduğuydu. Ama ona kızamıyorum, neticede nereden bilsin ki?
 
Arabanın kadranında şimdi yüz kırk kilometre yazıyor. Ayağımı hiç gazdan çekmemek o kadar güzel bir duygu ki. Keşke hayatlarımızı da hep bu şekilde hızlıca yaşayabilsek ve sona yani hiç oluşumuza kadar önümüzde tek bir çakıl taşı bile kalmasa. Şimdi lastikler o çakıl taşlarını nasıl sağa, sola fırlatıyorlardır. Az çok tahmin edebiliyorum. Farları tekrar kapatıyorum.
 
“Sanırım ilaçlarını tekrar arttırmamız lazım.” 
 
Psikiyatra gidip gitmediğimi düşündüğünüze eminim. Tabii ki gittim. Annem istedi, babam bu fikirden nefret etti. Çünkü o kapıdan girdiğim anda babam bana deli yaftasını yapıştıracaktı. Hayır onun yapıştırması onun için önemli değildi. Mahalleli de duyardı. Hele onun iş yerinden  birileri duyarsa bir düşünün curcunayı. Zavallı adamcağız, kendini yetersiz hissedecek benim doğmama sebep olan spremlerinin sağlıksız olduğunu düşünecek ve kendi karanlığında yapayalnız kalacaktı. Bakmayın, o kadar öfkeme rağmen ben yine de acıyorum babama çünkü kendisine ait öyle bir güveni varmış ki tek oğlunun manik depresif hastası olduğunu bir türlü kabul edemiyor. Arada annemi suçluyor tabii. “Bu çocuk senin yüzünden böyle oldu, bu çocuğu sen böyle şımarttın diye.” Aslında bu durumun böyle olmadığını herkes biliyor. Ne ben şımarmışım ne de annemin bunda bir suçu var. Babam hiç anlamayacak bunu. Annem ise şu dünyadan giderken tek üzüldüğüm insan. Bakın burada ince bir farklılık var. Babama acırken anneme üzülüyorum. Keşke başarabilsem, keşke bu dünyada o güzel annemi yapayalnız bırakmasam ama yapamam. Neyse ben psikiyatrdan bahsediyordum. İlk gittiğim gün içimde bir umut doğdu. “Başarabiliriz.” dedi. Ben de anneme bakıp başarabiliriz diye geçirdim içimden. İlaçları kullanmaya başladığım ilk günlerde hiç bir değişiklik hissetmedim. Ama sonraki gelen günlerde artık hiç bir şeyi kafama takmıyordum. Bu sefer de insanlar diğer halime alıştıkları için bu halime kafayı taktılar.
 
“Abi iyi misin sen?”, “Senin için yapabileceğimiz bir şey var mı?” gibi cümleler kusuyordu her biri üzerime. Ben yine sessiz kalmayı tercih ettim. Yavaş yavaş ilaçlarımdan uzaklaşıp onların yerine alkolü koymaya başladım. Her geçen gün daha çok içime kapanıyordum. Bu dönem sanırım yazdığım şarkıların en iyi olduğunu söyleyebileceğim dönem olabilir.
 
“Yalnız bir şarkı gibi,
ölümsüz bir gökyüzü,
Yalnız bir şarkı gibi,
İçimdeki gökyüzü.”
 
Arabanın kadranında artık yüz seksen kilometreyi görüyorum. O ok yüz seksenin üzerinde titriyor. Araba daha fazla hızlanmayacak biliyorum. Şimdi frene basıp direksiyonu çevirirsem ne olur diye düşünüyorum. Hatta aklımdan kaç takla atarım diye geçiyor ama bunu hesap edemeyecek kadar sarhoşum. 
 
Ölüme doğru hızlıca giderken, tanıdığım, tanıştığım her insane tek tek öfkeleniyorum, beni normal bir insan olarak neden kabul etmediler diye. Sonra bir anda kendime kızmaya başlıyorum, ben neden kendimi normal bir insan olarak kabul edemiyorum diye. Aklımda psikiyatrın sözleri yankılanıyor. “Bak bu zor bir dönem olacak, çevrendeki birçok insan bunu yadırgayacak belki de ama sen bunların arasından sapasağlam çıkabilecek güce sahipsin.” diyor. Ben ağlamaya başlıyorum adamın karşısında. Şimdi ilk ortaya çıktığı dönem, ailemin ergenliktendir dediği dönemdeki yaşımda adamın karşısında salya sümük ağlıyorum. Adam beni izlerken ellerini karnında birleştirmiş. İzin veriyor ağlayıp içimden zehrimi dökmeme. “Annem için başaracağım.” diyorum. Sonra adam bana gülümseyerek bakıyor. “Hayır. Annen için başarmayacaksın. Bak bu bir hastalık ve bu senin hastalığın. Buna senin dışında kimse sahip değil. Öncelikle onu kabul edip benimseyeceksin. Bizim ihtiyacımız olan manik ve depresif dönemlerini en az zararla atlatmak. Ve bunu kimse için değil kendin için başaracaksın. Bu ne annenin ne babanın ne de arkadaşlarının sorumluluğu. Bu sadece senin sorumluluğun.” diyor.
 
Radyoda DJ “Ve şimdi yeni gruplardan birinin beni çok etkileyen bir şarkısını çalmak istiyorum.” İlk girişteki melodi çok tanıdık geldi.
 
“Kırgınlıklarım,
ve hayatım.
Hep inancımın üzerinde.
Ve bir gün bir aydınlık.”
 
Ben şansa hayatımın hiç bir döneminde inanmadım. Ama bu geceden sonra inanmaya başlayacaktım.
 
Yüz seksen, yüz altmış, yüz, seksen, elli, sıfır. Kadranda ok sıfırı gösteriyor en sonunda. Bilinç altımdan bu cümle benim durmamı sağlıyor. Bu yol boyu düşündüğüm herkes, her insanın yüzü teker teker gözlerimin önünden geçiyor. Neredeyim ben diyorum. Farları tekrar açıyorum. Önümde bir uçurum var ve ben virajın tam köşesinde durmuş o uçurumdan aşağıya bakıyorum. Arabanın yönünü çevirip ilerlemeye başlıyorum. Bu sefer seksen hızı geçmeden, önümde uzun bir yol var eve kadar. Olsun anneme bir sarılabileyim de…

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *