20 Aralık 2020, 22:12 tarihinde eklendi

AH MÜJGAN!

AH MÜJGAN!
REDDEDİLİŞ
 
Hüsnü: Yeter tabii, yeter. Şaka söylemiştim zaten. Bak, şu eve bak! İlk gittiğin, hayran olduğun, dilinden düşüremediğin bir ev… O zaman böyle büyük, böyle masraflı bir ev düşünememiştik bile; hayalimizden çok daha zengin bir hakikat bu. Şimdi paramız da var. Her şeyimiz var. Hadi, çık, koş, ara, bağır, çağır, Hüsnü'yle Müjgan da gelsinler buraya.
Müjgan: Anlamadım…
Hüsnü: Ne sen o Müjgan'sın, ne de ben o Hüsnü'yüm. Bizi ebediyen ayırdılar, kopardılar…
Müjgan: Gitme, bırakma beni!
Hüsnü: O Müjgan için, o Müjgan'la Hüsnü'nün hayalleri, ümitleri, ufacık, fukara istekleri için sen de ağla benim gibi. O müjgan en büyük matemlere layık; ama sen… sen… daha ne istiyorsun benden?
 
Sadri Alışık anahtarları arabanın içerisine atıp elleri cebinde gecenin karanlığına doğru yürürken “Son” yazısı beliriverdi ekranda. 
 
Simge o sırada dönüp “Ayrılmak istiyorum.” dedi Cevat’a. Adam önce ne olduğunu anlayamadı. Anlamaya çalışırken istemsiz bir şekilde “Neden?” diye soruverdi; kadın gülümsedi. Adam filmin de vermiş olduğu hisle ağlamaya başlamıştı. “Tükenmiş hissediyorum.” dedi kadın ve devam etti, “Tükendim ben Cevat; sen tükettin beni. İlişkimizi de tükettin; senin yüzünden hayatımda bir şey kalmadı.” Adam afallamış bir şekilde, “Nasıl bir şey kalmadı?” Kadın kafasını iki yana salladı “Bak görmüyor musun? Kazandığın üç kuruş parayı dandik işler için harcıyorsun. Neymiş beyimiz film çekecekmiş. Sen kim film çekmek kim be! Ben artık gidiyorum daha fazla buna katlanamayacağım.” Cevat aslında içten içe Simge’nin yalan söylediğinin farkındaydı. Asıl sebep sadece Cevat’ın hayali değildi. Bir süredir zaten bir şeylerin değiştiğini biliyordu. İlişkilerinin tepetaklak yokuştan yuvarlandığının farkındaydı. Yedi yıllık ilişkinin içerisinde ne kırk gün olabilmiş ne de kırk geceye varabilmişlerdi. Cevat aklından bunları geçirirken Simge, “Bak işte yine beni dinlemiyorsun. Sırf bu beni dinlemeyişlerin nedeni ile gidiyorum ben.” dedi. Cevat yine sessiz kalmıştı. Cevat’ın sessizliği içinden haykırıyordu aslında, “Tek neden değil bu, değil mi? Aslında tek neden senin kendine bir ‘Salih Güney’ bulmuş olman değil mi?” Son sözü dışarısından söyledi, “Ah Müjgan ah!” Bu artık Simge’nin daha fazla çekemeyeceği bir durum haline gelmişti. Ayağa kalktı, “Senden, o müptelası olduğun dandik filmlerinden, hiç bir zaman gerçekleşmeyecek hayallerinden nefret ediyorum. Hiç bir işe yaramazsın ve evet başkası ile beraberim. Onunla olmayı senin hayallerinin boşluğunda sürüklenmeye tercih ediyorum.” Cevat kafasını hızlı bir şekilde “Hayır, hayır bu doğru değil. Şaka yapıyorsun. Yedi yıldır birlikte kurduğumuz bir hayaldi. Bu filmi beraber yapacaktık. Yok yok sadece bana kızgınsın, ondan bunları söylüyorsun bana.” Simge, Cevat’a doğru parmağını sallayarak, “Ya sen ne saçma sapan bir adamsın. Yedi yılımı tükettin benim. Çok düşündüm bunları Cevat ve benim için kesinlikle bitti.” Simge evden çıkmak üzere paltosunu üzerine aldı. “Ama ne yapacaksın? Nereye gideceksin gecenin bu kör karanlığında? Bak dur, otur. Yarın sabah sakin kafayla tekrar konuşuruz.” Cevat yalvarırcasına kurmuştu bu cümleleri. Simge, Cevat’a küçümseyerek baktı, “Sevgilimin yanına gidiyorum. Boş hayalleri olmayan bir adamın yanına ve sana o boş hayallerinle mutluluklar diliyorum. O hiç çekemeyecek olduğun filmle ve o birbirinden dandik acıtasyon yeşilçam filmlerinle dolu bir hayat.” Kapıyı çekip çıktığında anladı Cevat, bu aslında bir kurguydu. Simge’nin sabah uyandığında, kahvaltı sırasında, dinledikleri şarkılarda, film izledikleri sırada yavaş yavaş işlediği bir kurguydu. Simge bugün sabahtan beri zaten gidecekti. Sadece kurgusuna göre filmin bitmesi gerekiyordu. Cevat dizleri üzerine çöktü, “Hayır yanılıyorum.” dedi içinden. “Hayır geri dönecek.” Omuzları titriyordu, sesi titriyordu, bütün vücudu titriyordu, ruhu titriyordu. “Geri gelecek.”
 
 
YALNIZLIĞIN ÜÇ KARDEŞİ; DEPRESYON, ÖFKE VE PAZARLIK
 
Cevat kapının sesi ile uyandı, “Kim bu saatte ya?” Yedi yıllık alışkanlığın sonucunda, istemsiz bir şekilde yanındaki boş yastığa sorduğunu fark ettiğinde o boş yastığı tutup duvara doğru fırlattı. Bu sırada kapı hala çalmaya devam ediyordu. “Tamam lan tamam geliyorum.” Salondan geçerken boş rakı şişesine takıldı. Bir büyükle eve geldiğini anımsadı geçen gece ve zurna olduğunu. Sonra içinden ‘Masumiyet’ filmindeki Haluk Bilginer’in meşhur tiradını geçirdi kısacık bir zaman içerisinde ama neyse ki başında bir çocuk “Kalk abi Diyarbakır’a geldik” dememişti. Yine kendi evinde kendi yatağında uyanmıştı. Kendi kendine “Bak Simge bak gördün mü? Seni Bekir’in, Uğur’u sevdiği kadar sevmiyormuşum. Bak o İstanbul’dan Diyarbakır’a kadar bir büyüğün aldığı biletle gitti. Bana o büyük iki semt arasında bir taksi bile tutmadı. Sevmiyorum ulan seni!” diye bağırarak yerdeki rakı şişesini duvara doğru fırlattı. Kırılan şişenin her bir parçası uyandırdı kafasındaki kurgudan Cevat’ı, bir de kapının daha hızlı bir şekilde çalınması. “Cevat bak polis çağıracağım ne oluyor lan içeride?”
 
Kamil kapıdan içeri girerken Cevat bu habersiz gelen misafirden hiç memnun olmadığını yüzüne taktığı memnuniyetsizliği ile belirtmişti. Sessizliği ilk bozan gri yeşil arası koltuğa oturan Kamil oldu, “Aga sette bir iş ayarladım sana. Hem kafanı dağıtmana da yardımcı olur.” Cevat kahverengi berjere oturmaktan çok yığılmıştı. Kafasını olur manasında salladı, “Demek bizim de hayatımız bu dandik dizilerin setinde gelip geçecek.” Kamil bu söylenene çok alınmamıştı. Çünkü o da setinde çalıştığı dizinin dandik olduğunu kabul ediyordu. “Belki gün geldiğinde…” dediğinde Cevat yüzünü buruşturarak, “Hangi gün lan? Hangi gün? Böyle böyle çürüyüp gideceğiz işte. Simge bir yerde haklıydı. Oğlum Türkiye’de film yapmak kadar dandik hayal mi olur lan? Kimiz lan biz? Biz radyo, sinemadan mezun iki tip; Türkiye’de kameraman olmak için okunan bölüm oğlum bu. Parayı vurmak için duygulara değil osuruğa film çekmek lazım bu ülkede.” Kamil, “Abi tamam sakin biraz. Simge’nin gitmesi tamam seni mahvetti ama hayallerini yanında götürmedi ya. Bak onlar hala senin yanında.” Cevat yine yüzünü ekşiterek, “Oğlum o Simge denen kadın var ya hayallerimi de götürdü oğlum. Hem de nereye biliyor musun? Bak şu karşıda duran plaza inşaatı var ya, o inşaatın önünde bir bidon var, o bidonun içinde yakmaya götürdü. Benim hayallerim yanıyor oğlum o gittiğinden beri.” Kamil gülümsedi bu sefer, “O nedenle mi İstanbul bu kadar erken ısındı be abi?” Bu cevap ilk defa az da olsa Cevat’ı gülümsetti. Kamil devam etti, “Abi bu arada yarın akşam Balat’ta yeni bir oluşum kuracaklar, ‘Türk Sineması Sevenleri’ diye. Biz de gidelim mi?” Cevat bu sefer kahkahayı bastı, “Oğlum seve seve bitiremediler şu Türk sinemasını. Bu kaçıncı dernek lan açılan?” Kamil omuzlarını silkti, çantasının içerisinden bir poşet çıkardı. “Gelirken fırından poğaça aldım. Çay koyuyorum, bir şeyler yiyelim de sete gidelim, seni tanıştırayım milletle. Yarın da set çıkışı gidelim, hem film gösterimi de olacakmış onu da izleriz.” Kamil çay koymaya giderken Cevat içeri doğru seslendi, “Hangi film olacakmış?” Kamil, “Ağır Roman.” diye cevap verdi.
 
 
 
 
KABULLENİŞ
 
Çiçekçi: Vay hızlı bitirim vay, ne iş?
Salih: Ulan ruhum çalkalanıyor, duygularım birbirine vuruyor be.
Çiçekçi: Al yut, bunlarla çalkalan. Aşk mevzu mu?
Salih: Falan gibi
Çiçekçi: Kus ulan hikayeyi!
Salih: Ölümüne tav oldum kevaşeye.
Çiçekçi: Değer mi lan bir orospuya, değer mi?
 
Film bitiminde herkes toplandığında Kamil tuvalete gitmişti. Tam bu sırada bir kadın yaklaştı yanına, “İlk kez mi izlediniz?” Cevat gülümsedi, “Bu filmi belki yüz kez izlemişimdir ama her izlediğimde ilk kez etkisi yaratır. ‘Ağır Roman’, ‘Gemide’, ‘Tabutta Rövaşata’ ve bir çoğu… Mesela Sadri Alışık filmleri, adamda öyle bir ses tonu var ki bazen her kelimesi içerisinde bir göz yaşı taşır ya da büyük bir neşe. Her filmini defalarca izleyebilirim. Onun gibi nice insanlar geldi ve geçti.” Kadın elini uzattı, “Ben Müjgan.” Cevat kadının elini sıkarken, “Ah Müjgan filmi nedeni ile bu ismi vermişler demeyin.” Kadın kahkaha attı, “Yok yok aslında Atilla İlhan’ın şiirinden geliyor ismim.” Cevat kadının gözlerinin içerisine baktı, “Evet o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız. Deniz Gezmiş için yazmıştı Usta o şiiri, ne de güzeldir. Fakat o film nedeni ile koymuşlar ismimi deseniz de şaşırmazdım gözleriniz dört defa lacivert çünkü.” Müjgan utanarak gülümsedi ama hemen toparladı kendisini. “Bir işiniz var mı? Şair Nedim’in orada gelmiş geçmiş tüm şairler anısına şarap içesim var ama tüm arkadaşlarım terk etti beni bu gece tek başıma da gitmek istemiyorum.” Cevat gülümsedi, “Ucuz şarap içeceğiz ama.” Müjgan gülümseyerek cevap verdi, “En ucuzundan.”  
 
 
Kamil sabah erkenden seti olduğu için Müjgan ve Cevat’a katılamayacağını söyledi. Tabii bu yalandı. Yalan olmasa giderken göz kırpıp yüzünde abuk subuk ifadeler yapar mıydı hiç. Rengârenk evlerin arasından geçerken yol boyu çok konuşmadılar. Markete girdiklerinde Müjgan, Sadri Alışık konuşma tarzıyla en ucuz şarabı sordu marketçi şarabı gazeteye sararak uzattı. Sessizliği ilk Müjgan bozdu, “Gözleriniz.” dedi. Yanlış bir şey söylememek için bir anlık duraksadı. Sonra sormaya karar verip, “Gözleriniz çok hüzünlü.” dedi. Cevat gülümsedi, “Hüzünlü değilim, mizacım böyle. Doğduğumdan beri böyleyim bak.” Elindeki gazeteye sarılmış şarabı göstererek, “Şarabım hala bitmedi.” Müjgan gözlerini şaşkınlıkla açtı. “Rina değil mi? Erdal Tosun ah ruhu şad olsun. Film kötüydü ama o şarapçı karakterinin cümleleri çok derindi.”  Cevat gülümsedi, şaraptan bir yudum aldı. “O zaman ne yapıyoruz?” Müjgan gülümsemeye, gülümseme ile cevap vererek şarabı Cevat’ın elinden aldı. “Çakıyoruz.” diyerek dudaklarına götürdü. Yüzünü ekşiterek şişeyi indirdi. “Yalnız şarap gerçekten çok kötü değil miymiş?” diye sordu. Cevat kahkaha ile cevap verdi, “Daha kötüsünü gerçekten içmedim.” Kendilerine deniz kenarında oturabilecek bir bank bulduklarında sohbet etmeye devam ettiler. Sinemadan konuştular, Türk sinemasının geldiği ve gittiği yönden. Yeni dönem para için çekilen filmleri yerdiler. Çektikleri filmlerde ilk olarak parayı gözetmeyen yönetmenleri övdüler. Talihsiz, hiç değeri bilinmemiş filmleri ikisinin de bilmesi ikisinin de içerisinde tarifsiz bir mutluluk yarattı. Filmlerden repliklerle birbirlerine cevap verdiler, hatta şiir okudular. Cevat bankın üzerine çıkıp elinde şarap şişesini sallarken;
 
“Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın
Hiçbir dakikamı yaşayamazsın”
 
Diye şiiri okumaya başladı. Daha sonra durdu. Bu sefer yanında Müjgan ayağa kalktı şarap şişesini elinden aldı.
 
“Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Benim için kirletme aydınlığını
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün
Gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim
Ya ölmek ustalığını kazanırsın
Ya korku biriktirmek yetisini”
 
“Yalnız ben devamını hatırlayamıyorum” dedi ve gülmeye başladı. Bir kaç saniye düşünen Cevat, “Sanırım ben de.” dedi ve Müjgan’a katılarak o da gülmeye başladı. Müjgan bir an işaret parmağını, Cevat’ın dudakları üzerine koydu. “Yalnız şu iki noktada anlajalım, bir ben Aysel değğilim. İki bajından gitmeyi hiş mi hiç düjünmüyorum.” Cevat da aynı şekilde parmağını Müjgan’ın dudaklarına koydu. “Bundan ben şirkin olduğğumu anlığyorum.” Sonra gülümseyerek başladı;
 
“Müjgan gitme başımdan,
Senin yanında hiç ölmem seziyorum.
Bazen kötü olabilirim, anksiyetem de var.
Müjgan gitme başımdan,
Benim yağmurum serinletir seni bu yaz gününde.
Güneş gibi doğar gecelerime sarışınlığın.
Uykularımı seninle uyumak istiyorum
Her dakikamı yaşayalım.”
 
Yan bankta oturan bir kaç genç bir anda tezahürat yapmaya başladıklarında ikisi de hala birbirlerinin gözlerinin içerisine bakıyorlardı. Daha sonra gençlere doğru dönerek reverans yaptılar Müjgan bu sefer Cevat’ın elini sıkı sıkıya tutarak.
 
“Cevat Gitme başımdan,
benimle paylaş aydınlığını.
Her insan kadar kötü, karanlık ve çirkinim.
Bırak ışığını yükseltelim. 
Gözlerimin hızlandırsın tenhalığımızı,
Yanlış şehirlere gidelim olsun,
Ölmek ustalığından kurtulalım,
Ve kurtulalım biriktirdiğimiz korkulardan.
 
BARIŞMA
 
Cevat gözleri dolu dolu bakıyordu karşısındaki kadına. Kabulleniş böyle bir şey olmalı diye düşündü kendi içinden, kabulleniş önce insanın kendisini kabullenmesinden geçer sonra kendisini kabullenmiş başka bir insana kabullenişini köprü yapmasından. Köprüler hep olacaktı, hep yıkılacak, kendilerine yeni köprüler inşa edeceklerdi. İnşa etmek insanın kaderinde varsa ilk önce kendi içine, kendi yüreğine bir köprü inşa etmeliydi insan ve kendi yüreğinin huzuruna çıktığında çökmeliydi kendi dizi üzerine. İnsan önce kalbini affetmeliydi. Kendi yüreğine sarılmalıydı uzun uzun, barış için antlaşma imzalamalıydı ve okullarda ders olarak öğretilmeliydi kendin ile barışmak. Bir de umut tabii umut Nietzche’nin dediği gibi işkenceyi çoğaltan bir şey değildi her zaman, umut bazen de yaşamak için insanın içerisinde tuttuğu tarihi geçmemiş enerjiydi.
 
“Kamera Cevat ile Müjgan’dan uzaklaşırken dış ses bu cümleleri okur. Güzel bir İstanbul manzarası ve final.” Kamil Cevat’a bakıyordu. “Abi biraz klişe olmamış mı? Yani ne bileyim ekşide neyim baya yererler böyle biterse.” 
 
Cevat sağında oturan Müjgan’ın elini daha bir sıkı tuttu ve gülümsedi.
 
“Klişe olsun oğlum, hayat zaten klişelerden ibarettir.”

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *