21 Kasım 2020, 01:02 tarihinde eklendi

Agorafobik Olduk

 Agorafobik Olduk
 İtalya'da bir tenör, adı Maurizio Marchini, evinin balkonundan serenad söylüyor. O anda içimden geçenler şöyle oluyor:
Komşunuz olmak istiyorum bayım.
Karşı balkonda, demirlere ayaklarımı uzatıp, o locadan sizi dinlemek, bütün serenadları kendi üzerime alınmak istiyorum bayım.

 Kendime sormadan edemiyorum, son günümü böyle yaşayabilir miydim?..diye.
Düşünsenize, sevdiklerinize sevginizi haykırıyor, dilediğinize küfür ediyorsunuz balkonlardan. Şarkılar söyleyip dans ediyorsunuz, müzisyenler şarkılar seslendiriyor ve insanlar dans ediyor.
Tüm sarılmaları, tüm öpüşmeleri bir güne yayıyor, dünyaya veda ediyorsunuz.
Şarkı söylemeden, dans etmeden, sarhoş olmadan ve kocaman sarılmadan gidilmezdi ki bu dünyadan.

 Bu satırları yazmaya başladığımda Corona ülkeye henüz uğramamıştı ya da biz öyle sanıyorduk. Diğer ülkelerdeki haberleri bir bilim kurgu filminin içindeymişiz gibi takip ediyorduk. Yazıya devam ettiğim her gün, bir önceki yazılan paragraf, sonraki paragrafa göre romantik kalıyordu. Bu benim çok istediğim bir şey değildi.

 Yaşadığımız bu sosyal mesafelendirmede, insanlara şunu sormak istiyorum, neyi özlediniz en çok?..Ben sevdiklerime sarılmayı, sarılarak uyumaları özledim. Eve kapıdan içeri girip çantamı gelişigüzel yere koymayı özledim. Aynı simidi koparıp yemeyi, vapurda insanlarla yanyana oturup vapur konserlerini dinlemeyi özledim ve daha birçok şeyi.
Sarılarak uyumak bir yana, insanlar yataklarını ayırdı, "Herkes yerinde uyusun" dediler birbirlerine. Sağlıkçılar haftalarca evlerine gidemez, uyuyamaz oldu.
 İlerleyen günlerde gelen haberler hepimizin yüreğini dağladı. Sağlıkçılarımızdan ilk kayıplarımızı vermeye başlamıştık. Sağlık emekçisi Dilek Tahtalı 'yı, Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu, Prof. Dr. Fevzi Aksoy, Prof. Dr. Sedat Tellaloğlu, Prof. Dr. Ziya Mocan gibi değerli bilim insanlarımızı ve onlarca vatandaşımızı kaybetmiş olduğumuzu üzülerek öğrendik.
Her ne kadar kimilerince bir grip gibi karşılansa da bu dert gelip bizi de bulmuştu bir kere. En çok da evlere hapsolmak, hiç aklımıza gelmeyecek bir şeydi. İnsan durduğu yerde durabilen bir varlık değildi, dünya durağan değildi ve insan sosyal bir varlıktı. 65 yaş ve üzeri...20 yaş altı....kısmî sokağa çıkma yasakları...14 gün...22 gün...derken, hepimiz Agorafobik olduk!

 Konfor alanlarımızın dışına çıktık. Tüm dünya aynı duygularda birleşti. Kaygıda, korkuda aynı duyguları yaşıyorduk artık.
Zaman kavramını yitirdi; artık gelecekle ilgili planlar yapmayı bir kenara bıraktık, sadece dünü, bugünü ve ertesi günü düşünerek günleri geçiriyorduk.
 Gönüllü ev hapsinde yaşadığımız bu süreç bana, Emir Kusturica 'nın Underground filminde, aslında bitmiş olan bir savaşın devam ettiği sanrısıyla halkın yeraltında yaşamaya terkedildiği sahneleri anımsatıyordu.
Başka ülkelerdeki ölümlerin arttığı ve ülkedeki ilk ölümlerin açıklandığı günlerde, psikolojisi hasar gören bir toplumun, birdenbire bu adı konulmamış savaşın içinde kendini bulduğunu gördük ve bu savaş çığ gibi büyüyordu.
Corona salgınında durum tüm insanlık için vehamete varıyorken, bazı ülkelerin sağlık sistemleri çöküyorken, yediğimiz içtiğimiz hormonlu gıdaların, kullanılan tarım ilaçlarının, her sokak başı yükselen baz istasyonlarının da, bağışıklık sistemimizi çökertebileceğini bir kez daha farkettik.
 Hepimizi bir can korkusu giderek esir alıyordu ve bunu yadsımanın zamanı gelmişti.
Hasar, insanî bir hâlde yaşanabilirdi fakat telafî edilemeyecek sonuçlar da doğurabilirdi. Tam olarak neyle savaştığımızdan emin değildik. Sanatçı kesim bir müdahaleyi uygun gördü ve harekete geçti. Başka ülkelerde halka moral vermek amacıyla denenmişti ve işe de yaramıştı.
Birçok etkinliğin ve aktivitenin paylaşıldığı platformlar duyuruldu, her yaşa hitap eden ve içinde saygı duyulacak çabaların hissedildiği bu sosyal paylaşımlar ulaşabildiğine iyi gelmeye başladı.
Sanatçılar evlerinden konserler vermeye, kimi de kendi öykülerini ve şiirlerini okumaya başladılar. Öğretmenler çocuklara bale ve dans dersleri veriyor, eğitimlerinden geri kalmaması için öğrencilere dersler anlatıyor. Sanal medyanın sahteliğinden, samimî paylaşımlar doğuyordu.
Yaşlı komşular yeniden sepet sarkıtarak alışveriş yapıyor, yardımlaşma için herkes seferber oluyordu.
Diğer yandan insanlığın doyumsuzluğunu da bir kez daha görmüş olduk. Marketlerde, parası olanın ihtiyacından fazlasını alarak ne kadar bencil olabildiğini hâttâ, tek kalmış bir ürün için kavga edenleri de gördük.
İnsanlar vicdanı ve merhameti bir kenara bırakıp, çıkar ve haz peşinde koşmaya devam ediyordu.

Ülke yönetimleri sınırlarda maskelere el koymaya başladı, yüzyılın kara korsanlığı yaşanıyordu sanki.
3. Dünya savaşları neredeyse maske yüzünden çıkacak gibiydi.

Bu virusun yarasalardan mı ortaya çıktığı, kendiliğinden mi ortaya çıktığı, kimin ne amaçla yaydığı vs. komplo teorileri bir yana, bu dünya ülkelerin değil, iyilerin ve kötülerin savaş arenası olmuştu her zaman ve açgözlülüğün dünya için ortak bir tehdit olduğu gerçekti. Beni bundan sonrası daha çok ilgilendiriyor. Çözümü için neler yapılıyor, hasar nasıl telâfi edilecek? Sonrasında da sanıyorum ki hiçbir şey aynı kalmayacak, taşlar yerinden oynadı bir defa, bir şeyler elbet değişecek.

İrlandalı - Fransız Katolik yazarı Kathleen O’Meara 'nın aşağıdaki şiiri 1864'de yazmış olması, hayret verici olmakla, umudumuzu da dürtüyor.

Ve insanlar evde kaldılar
Kitap okudular ve dinlediler
Dinlendiler, egzersiz yaptılar
Sanat yaptılar, oyun oynadılar
Ve yeni varoluş yollarını öğrendiler
Durdular
Daha derinden dinlediler
Biri meditasyon yaptı
Biri dua etti
Biri dans etti
Diğeri kendi gölgesini keşfetti
İnsanların düşünceleri değişti
İyileştiler
Cahilce, tehlikeli, anlamsız ve vicdansızca yaşayan İnsanların yokluğunda
Dünya iyileşmeye başladı
Ve tehlike sona erdiğinde insanlar ölüleri için ağladılar
Ve yeni kararlar aldılar
Yeni bir dünya hayal ettiler
Yeni yaşam biçimleri yarattılar
Dünyayı tamamen iyileştirdiler
Tıpkı kendilerini iyileştirdikleri gibi

Yaşadığımız şu dünya, paraya ve düzene dayalı bir sistem üzerine kurulu ve buna alışan bağımlı insanlar buhranları daha zor atlatıyor.
Paraya ve düzene bağımlı olmadan yaşamayı öğrenmek elimizde. İhtiyacımız kadarını tüketerek ve elbette üreterek.
Artık minimalist bir hayat bekliyor insanlığı.
Gereksiz olanı ala ala bir gün gerekli olanı satmak zorunda kalabileceğini bugün anlamadıysa insan, yarın da anlamayacak ve çok geç olacak.
Bu virus hepimize bir tokat attı. Doğa, masaya yumruğunu vurur gibi vurdu, varlığını felâketçi insanlara bir kez daha hissettirdi.
Corona 'da, ülkelerin kapılarını istediği zaman açıp kapadığını, sınırların kontrol altında tutulabileceğini de gördük; oysa bizler kendi içimizdeki, kafalarımızdaki kapıların ve sınırların farkına vardık. Ülkeler kapıları kapatırken, bizler içimizdeki kapıları açıyorduk birer birer. Komşuluğun ve mahalleliliğin değeri farkedildi; yardımlaşmanın, paylaşmanın güzelliği yeniden gösterdi kendini.
Ve şarkıda da dediği gibi, her nefes alışımız bayramdı ya.


 


 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *